Türkiye, alışık olmadığı bir futbol sezonunu geride bıraktı.
Futbolseverler sanıyorum ki 40 haftalık bir periyodun fazla olduğunun farkına
vardılar. “Artık bitsin” sesleri çevremdeki ve sosyal medyadaki gözlemlerime
göre playoff’un ilk haftasında başladı. Öncelikle şampiyonu tebrik ederek
başlayalım. Galatasaray, geçen yıl 14. sıraya kadar gerilemiş, kabus gibi bir
sezonu geride bırakmıştı. Bu tarz tökezlemeler bir futbol takımı için çok
zordur. Önce yönetim değişikliği, ardından Fatih Terim’e futbolun emanet
edilmesi ve doğru transferler Galatasaray’ın başarı öyküsünün en kısa anlatısı.
Geçen sezon, averajı eksiyi gören takıma yapılması gereken ilk hamle özgüven
aşılamaktı. “Gol yememek” ilk öğretilecek, aşılanacak olguydu ancak Galatasaray
lige İ.B.B yenilgisiyle, sendeleyerek başladı. Fatih Terim’in 4-1-4-1 ısrarı
puan kayıplarına neden oldu ve ardından klasik 4-4-2’ye (çift altılı) dönerek takımın
kaderini değiştirdi. Transfer sezonundaki Reyes, Forlan, Ujfalusi isteğini bir
omurgaya sahip olmak istemesiyle ifade eden Terim, elindeki mevcut kadro ve
uyguladığı taktikle başka bir şekilde sahip oldu. Ujfalusi, Selçuk, Melo ve
Elmander iskeletteki yerini aldı. İlk 4 haftadan sonra “nefesi açılan”
Galatasaray, inişli çıkışlı bir grafik çizse de lige yavaş yavaş alıştığının
sinyallerini veriyordu. Eboue yerini buldu, Ujfalusi asıl mevkisine döndü,
Semih Kaya ve Emre Çolak şapkadan çıkarıldı. Genel olarak baktığımızda,
Galatasaray’ın çıtasının her anlamda yükseldiğini rahatlıkla görüyoruz. Gerek
idari gerek mali tablolar, desteklenen amatör şubeler, yapılan yatırımlar ilk
10 hafta sonunda Galatasaray’ın daha ölmediğini gösteriyordu. 2011 yılının
Villareal’i gibi oynayan takım, kanat oyuncularını hem orta alanda hem de
kenarlarda kullanıyor, çift forvetle rakibi çıkartmıyordu. Zaten lige genel
olarak bakıldığı zaman, Fenerbahçe’nin bir pas, Trabzonspor’un geniş alan,
Galatasaray’ın ise bir pres takımı olduğu rahatlıkla görülebilir. Başarıya mutlaka
Ümit Davala ve Hasan Şaş’ı da eklemek gerekir. Takımdaşlık denilen kavram,
Florya’da tekrar onlar sayesinde anlam kazandı. Hiç şüphe yok ki, Galatasaray
ve dünya futbolu için bu sezon, tarihe geçecektir. En az gol yiyen, en fazla
gol atan, en çok galip gelen takım olmaları beklenmeyecek bir başarı değil,
normal düşünüldüğü zaman ancak geçen yılki travmadan sonra böyle bir diriliş ve
sonunda Kadıköy’de kalkan kupa, camianın unutulmaz başarılarından birisi
olacaktır. Şimdi yönetimi ve teknik heyeti bırakarak, takımı şampiyonluğa
taşıyan oyunculara bir parantez açalım…
Muslera: Uruguay’lı Galatasaray’a Lorik Cana + 6 milyon 750
bin Euro’ya geldi. Cana’nın 5 milyon euro değeri olduğunu düşünürsek, maliyetin
nerelere ulaştığı ortada. İlk başlarda sırıtsa da, lige ve takıma adapte
olduktan sonra ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu gösterdi. Böyle bir kalecisi
olan bir takımın taraftarı büyük oranda maçları stressiz izler. Kadıköy’deki
şampiyonluk maçındaki performansı, İnönü’de Beşiktaş’la 0-0 berabere kalınan
maçta sergilediği performans ilk akla gelen “sağlam” oyunları. Taffarel ve Mondragon’dan
sonra dolmayan kaleci boşluğu dolmuş gözüküyor. Umarım Galatasaray’da uzun
yıllar kalır.
Ujfalusi: Florya’nın kapısından girdiğinde taraftar ona
burun kıvırıyordu. İki milli stopere alternatif olacağı düşünüldü ancak yaşına
rağmen harika bir performans gösterdi Ujfalusi. Kariyerinde çok büyük takımlar
olan ancak bugüne kadar şampiyonluk yaşamamış oyuncu, şampiyonluk halinde 18
yıldır uzattığı saçlarını kestireceği sözünü vermişti. O sözü tuttu. Yaşı
insanı korkutuyor ancak performansı onu 2-3 yıl daha götürecek düzeyde. Ağır
sakatlıklar yaşamaması gerekiyor tabi.
Semih Kaya: Servet’ten formayı aldı, bir daha bırakmadı.
Kartal’da ilk devrede çok şans bulamamıştı ancak hoca değişikliğinden sonra
sezonu yanılmıyorsam 17 maçla tamamladı. Semih’in hikayesi bana hep Metin Oktay’ı
hatırlatıyor. Oktay: “Bu takımdan istemediğiniz sürece gönderilmezsiniz”
demişti. Kulüp onu yeni sezon için gözden çıkartmıştı ancak ısrarla kalmak
istedi. Kaderinin çizilmesinde Terim kadar kendi payı da var. Galatasaray’a
uzun yıllar stoper aratmayacak bir performans çizdi.
Felipe Melo: Adı gazetelerde hiç yoktu. Takım yurtdışı
kampındayken siyah antrenman formasıyla sahaya çıktı, Terim’le el sıkıştı ve
gazeteciler Melo düz koşu yaparken birkaç kare görüntüsünü aldı. Kimdi, neden
geldi, faydalı olacak mıydı belli değildi ancak Terim’in kararının ne kadar
doğru olduğunu oynadığı oyunla gösterdi. Kariyer rekorunu kırdı attığı
gollerle. Saha dışında da kendisini Riera ile yaşadığı kavga dışında çok güzel
tanıttı. PR’ını çok güzel yaptı. Hep sıcakkanlı ve sevecen oldu. Takıma
savaşan, savaşma isteğini ve hırsını arkadaşlarına yansıtan bir oyuncu mutlaka
gereklidir. Galatasaray bu boşluğu Melo ile doldurdu. Rakip takım taraftarları
eleştirse de, o Galatasaray’ın en iyilerinden biriydi. Umarım bonservisi alınır
ve sürekli dile getirdiği 5 yıllık kontratı imzalar.
Selçuk İnan: Türkiye’nin en iyisi. O’nu kelimelerle anlatmak
çok zor. Galatasaray’ın sezon başlamadan önce yaptığı en önemli ve iyi işlerden
biriydi. Terim sayesinde kendisini çok geliştirdi. 5’i serbest vuruş olmak
üzere 13 gol attı ve 13 asist yaptı. Şampiyonluk paylansa, aslan payı Selçuk’undur.
Engin Baytar: Kazım’ın sürpriz ayrılığından sonra forma
şansı bulmaya başladı. Sezon içinde pek göze batmadı ancak stil olarak en
sevdiğim oyuncu tiplerinden olacak ki, onu da bu listeye dahil etme ihtiyacı
hissettim. Sezon boyunca ne sadece kanat, ne sadece orta saha oynadı. Bitmek tükenmek
bilmeyen enerjisi, harika kullandığı iki ayağı, ince bilekleri, top
ayağındayken 2-3 hamle sonrasını görme yeteneği ile hücumda çok güzel işler
yaptı. Enerjisini defans anlamında kullanan ve pres oyununu en iyi oynayan
oyunculardan olarak Terim’in de gözüne girdi. Son vuruşlarını geliştirir, ceza
sahası içindeki etkinliğini arttırırsa çok daha iyi bir oyuncu olabilir.
Johan Elmander: Takımın sarı kulesi. O da Ujfalusi gibi
transferine dudak bükülenlerden. Başlarda formayı alamadı ancak aldıktan sonra
da bırakmadı. Oynamadığı maçlar takımın ne kadar eksikliğini hissettiği de
açık. Hücum yapan, bilekleri kuvvetli, yardımlaşmayı çok seven, kaleye sırtı
dönük oyunu kolaylıkla oynayabilen Elmander, Terim’in jokerlerinden,
şampiyonluğun da mimarlarından oldu. Baros’la iyi bir ikili oluşturdular ancak
Baros’un kronik sakatlıkları ve istikrarsız oyunuyla bu ikilinin ömrü uzun
olmadı. Necati ile de alışma devresine girecekti ama lig bitti. Terim’e göre,
yeri garanti. Hesaplar Elmander’in yanına alınacak oyuncu üzerine yapılıyor.
Bu omurga üzerine emeği geçen daha birçok oyuncu var ama
bunlar bence kilit rol oynadılar.
Kimler gitmeli?
Takımda elbette ayrılması gereken çok oyuncu var. Yeni arena
zaten Şampiyonlar Ligi olacağı için, takviyeler ve kadro değişiklikleri mutlaka
olacak. Bana göre şu isimler ile yollar ayrılmalı:
Aykut, Sabri, Gökhan Zan, Çağlar, Serkan Kurtuluş, Mehmet
Batdal, Servet Çetin (zaten ayrıldı), Sercan Yıldırım.
Takviye isteyen bölgeler
Forvet, stoper, 2 kanat oyuncusu.
En doğru planlamayı Fatih Terim’in gerçekleştireceğinden
elbette kuşkum yok…